NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
حَدَّثَنَا
سُلَيْمَانُ
بْنُ دَاوُدَ
الْمَهْرِيُّ
حَدَّثَنَا
ابْنُ وَهْبٍ
حَدَّثَنَا
مُوسَى بْنُ
عَلِيِّ بْنِ
رَبَاحٍ عَنْ
أَبِيهِ عَنْ
عُقْبَةَ
بْنِ عَامِرٍ
الْجُهَنِيِّ
قَالَ خَرَجَ
عَلَيْنَا
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
وَنَحْنُ فِي
الصُّفَّةِ
فَقَالَ
أَيُّكُمْ
يُحِبُّ أَنْ
يَغْدُوَ
إِلَى
بُطْحَانَ
أَوْ الْعَقِيقِ
فَيَأْخُذَ
نَاقَتَيْنِ
كَوْمَاوَيْنِ
زَهْرَاوَيْنِ
بِغَيْرِ
إِثْمٍ بِاللَّهِ
عَزَّ
وَجَلَّ
وَلَا قَطْعِ
رَحِمٍ قَالُوا
كُلُّنَا يَا
رَسُولَ
اللَّهِ قَالَ
فَلَأَنْ
يَغْدُوَ
أَحَدُكُمْ
كُلَّ يَوْمٍ
إِلَى الْمَسْجِدِ
فَيَتَعَلَّمَ
آيَتَيْنِ
مِنْ كِتَابِ
اللَّهِ
عَزَّ
وَجَلَّ
خَيْرٌ لَهُ
مِنْ
نَاقَتَيْنِ
وَإِنْ
ثَلَاثٌ
فَثَلَاثٌ مِثْلُ
أَعْدَادِهِنَّ
مِنْ
الْإِبِلِ
Ukbe b. Amir el-Cühenî
(r.a.)'den; demiştir ki:
Biz Suffa'da iken
Resûlullah (s.a.v.) yanımıza çıkageldi ve;
"Hanginiz
sabahleyin Buthan veya Akik'a gidip Allah'a (karşı) günah işlemeden ve
akrabalık bağlarını kesmeden iri hörgüçlü, gösterişli iki deve almak
isler?" buyurdu. Oradakiler:
Hepimiz ya Resulullah
(s.a.v.) dediler. Efendimiz;
“Vallahi birinizin
hergün sabahleyin mescide gidip Allah'ın kitabından iki âyet öğrenmesi, onun
için iki deveden daha hayırlıdır. Eğer üç âyet öğrenirse üç deveden hayırlıdır.
(Okunacak her âyet) kendi sayısınca deveden daha hayırlıdır" buyurdu.
İzah:
Müslim, musâfirin
Hadis-i şerifin
Müslim'deki rivayetinde buradakinden farklı olarak hadisin son tarafında
"iki âyet öğrenmeyi" söz
lerinin yanında
"veya okumayı" ve en son olarak da "dört âyet dört deveden
hayırlıdır" ilâveleri vardır.
Ayrıca Ebû Dâvud'daki
"iri hörgüçlü, gösterişli iki deve olayı" yerine "iri hörgüçlü
iki dişi deve getirmeyi..." ifâdesi yer almıştır. Hadiste geçen bazı
tabirleri izah edelim: Suffa: Medine'deki mescid-i Nebevi'nin geri tarafında
mescide bitişik gölgeliktir. Dilimizde "Sofa" diye tâbir ettiğimiz
yerdir. Mekke'den Medine'ye göç eden Muhacir fakirler, kimsesizler burada
yatarlar kalkarlar. Kur'an-ı Kerim öğrenmekle meşgul olurlardı. Bu şahıslara
"Ashab-ı Suffa (suffa ashabı)" denilirdi. Bu zâtlar müslümanların
müsâfirleri idiler. Çoğu vakitlerini Hz. Peygamber'in sohbetlerinde bulunup
onun hadislerini ezberleyerek Kur'an okuyarak ibâdet ederek geçirirlerdi.
Sırtlarında odun getirerek geçimlerini te'min ederlerdi. Hz. Peygamber
(s.a.v.) burada barınan Müslümanlara eğitmek ve Kur'an-ı Kerîm'i öğretmek için
özel muallimler tâyin eder, ilmî seviyesi yeterli hâle gelenleri Medine
dışındaki müslüman kabilelere muallim olarak gönderirdi. Bu yüzden Suffa
ashabının sayısında devamlı değişiklik olurdu. Sayılan bazan ikiyüze kadar
çıktığı halde, cihâda veya Kur'an öğretimine gönderildikleri zamanlarda da
oldukça azalırdı. Ebu Nuaym "Hılyetü'l-evliya" adındaki kitabında bu
zatlardan yüzden fazlasının adını verir. Resûlullah (s.a.v.)'den en fazla hadis
rivayet eden Ebu Hüreyre, Suffâ ashâbındandır.
Buthan ve akîk:
Medine-i Münevvere'de iki vadinin isimleridir. Resülullah (s.a.v.)'m başka vadileri
değil de bu iki vadiyi söz konusu etmesi buralarının deve satılan en yakın
pazarlar olması sebebiyledir.
Hadisi şerifteki
"Hanginiz Buthan veya Akik'a gitmeyi ister" şeklindeki ifâdeden
"veya" sözünü Hz. Peygamber (s.a.v.)'in söylediği anlaşılıyor.
Halbuki Câmiu'l-UsuPdaki ifâde tarzı ise, "veya" sözünün Resulullah
(s.a.v.)'a değil, râviye ait olmasını gerektirir, şekildedir.
Zehrâveyn: Tercemeye
"gösterişli" diye geçtiğimiz bu kelimenin tam karşılığı
"semizliklerinden dolayı beyaza meyilli" demektir.
Hadisden anladığımıza
göre, Fahr-i Kâinat bir gün ashab-ı suffanın yanına teşrif buyurup onları
Kur'an-ı Kerim öğrenmeye teşvik etmiş, ancak bu teşviki bir temsille
ifadelendirmiştir. Hadis metninde açık olarak görülen bu anlatımdaki
"Allah'a karşı günah işlemeden ve akrabalık bağlarını kesmeden"
kaydından maksad, alınan develerin ister akrabaya ister yabancıya ait olsun,
gasb veya hırsızlık gibi günâha daldıran akrabalık bağlarını kesen haram bir
yolla değil, helâl bir şekilde olmasıdır. Akrabanın malını çalmak veya
gasbetmek, akrabalık bağlarının kesilmesine sebeptir.
Peygamber (s.a.v.)
Efendimiz önce karşısındakilerin helal yolla iki kıymetli deveye sahib olma
arzularım görünce onlara çok daha hayırlı olan bir yol göstermiş ve mescide
gidip iki âyet öğrenmenin iki deveden,|üç ayet öğrenmenin üç deveden sayı ne
kadar çoğahrsa çoğalsın, Öğrenilen âyetlerin kendi sayılarında deveden daha
hayırlı olduğunu bildirmiştir. Efendimizin bu sözleri bir temsildir. Yoksa
Kur'an-ı Kerim’in bir tek âyeti, değil bir iki deve, tüm dünyadan daha
kıymetlidir. Bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber (s.a.v.)
"Eğer dünyanın
Allah katında bir sivri sineğin kanadı kadar değeri olsaydı, kâfirlere bir
yudum su bile vermezdi" buyurmuştur. Dünyanın bu değersizliğine rağmen
sahâbilerin deve sahibi olmayı istemekteki arzuları dünya ve dünyalığa
bağlılıklarından değil, ahireti kazanma isteklerinden dolayıdır. Onlar
fakirlere vermek, Allah yolunda savaşanlara harcamak için mal sahibi olma
arzusu duymuşlardır depolamak için değil.
Üzerinde durduğumuz
hadis, "Kur'an-ı Kerim okumanın sevabı" konusunun son hadisidir. Bu
konudaki hadis-i şeriflerin hepsi Allah'ın kelâmı Kur'an-ı Kerim'i okumanın,
öğrenmenin ve öğretmenin ne derece büyük se-vablara vesile olduğunu ortaya
koymaktadır. Ancak Hz. Peygamber (s.a.v.)'in bu mevzudaki hadisleri bunlardan
ibaret değildir. Ebû Davud'un Sünen'inde yer almayıp diğer sahih hadislere ait
kitaplarda mevcut olan birkaç hadise işaret ederek konuya son vermek
istiyoruz:
Ebu Zer (r.a.)'den;
Dedi ki: Resulüllah'a:
Bana (birşey) tavsiye
et, ey Allah'ın Resulü! dedim.
"Allah'dan sakın
çünkü takva her işin başıdır", buyurdu.
(Tavsiyeni) artır, ya
Resûlüllah, dedim.
"Çok kuran oku,
çünkü o senin için dünyada nur, semada hazırlıktır." "Kur'an okuyunuz.
Çünkü kıyamet günü sahibine şefaatçi olarak gelir."[Müslim, müsâfirin]
"Kur'an-ı Kerim
okuyan mü'minin tadı ve kokusu güzel ütrücce (ağaç kavunu) gibidir. Kur'an
okumayan mü'm in ise, hurma gibidir ki, onun kokusu yok fakat tadı
lezzetlidir, kur'an okuyan münafık ise kokusu güzel fakat tadı acı reyhana
benzer. Kur'an okumayan münafık ise, tadı acı kokusu da olmayan Ebû Cehil
karpuzu gibidir."[Müslim, müsâfirin]